Şakir Ağa, Letâif-i Enderûn müellifine göre 1193 (1779) tarihinde Vezirköprü’de dünyaya geldi. Fakat, Kemani Emin Ongan, Türk Mûsikîsi Dergisi’nde yazdığı bir makalede, Musâhibzâde Celal Bey’den naklen şu bilgiyi veriyor:

“Şakir Ağa, Birinci Ahmet Devrinde (1603-1617) Kırım’dan hicret eden Tatar Osman oğlu torunlarından olup 1193 (1779) senesinde İstanbul’da, Haydar Mahallesi’nde doğmuştur. Küçük yaşta annesini kaybeden Şakir Ağa, teyzesi tarafından büyütülmüştür.”

Musâhibzâde Celal Bey bu bilgiyi, Şakir Ağa’nın oğlu Celâl Bey’in babası, Mehmet Ali Bey’den almıştır. Bu ifadelerden ilki, yani, Şakir Ağa’nın Vezirköprü’de doğup küçük yaşta İstanbul’a gelmesi daha akla yatkındır. Çünkü, Mehmet Ali Bey babasının vefatında sadece 12 yaşında idi.

Şakir Ağa’nın babası, Hayriye Tüccarları’ndan Ahmet Emin Ağa’dır. İlkokulu bitiren Şakir Ağa, henüz 12 yaşında olduğu halde musikiye heves etti ve teyzesi tarafından tutulan bir Musevî keman hocası ile kemana başladı. İstidatlı görülen küçük Şakir, Sultan II. Mahmud’un iradesiyle Erderûn-ı Hümâyûn’a alındı. O dönemde, Türk Musikisi’nin önemli şahsiyetleri Enderûn’da bulunuyordu. Bunlar, Derviş İsmail Dede’nin seçkin öğrencileri Keçi Ârif Ağa, Çilingirzâde, Dellâlzâde, Tanbûrî Ahmet Ağa, Suyolcu Salih Efendi, Kemânî Ali Ağa ve Tanbûrî Zeki Mehmet Ağa gibi müzisyenlerdi.

Keman ve tanbur çalan Şakir Ağa, Sultan III. Selim’in Hazîne Kethüdâsı Salih Bey’in dairesinden yetişti ve ilk musiki derslerini Hâqnende Başçavuş Mustafa Ağa’dan aldı. 1799’de veya az sonra, kendi akranı olan Büyük İsmail Dede, hocalıkla Enderûn’a girdi ve Şakir Ağa’ya meşketti. Aralarında bir rekabet başladı. Sultan III. Selim, Dede’ye üstad, Şakir Ağa’ya ise, büyük kabiliyet muamelesinde bulundu. Atâ Bey, Tarih-i Enderûn adlı eserinde Şakir Ağa’yı;

“Arabî ve Fârisî ilimlere vâkıf, musiki ilminde, hattatlıkta ve daha başka birçok konuda maharet sahibi, okuyuşu ve sesi hayret uyandıracak kadar güzel” diye öğmüştür.

1807 Kabakcı İsyanı ve ardından Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesi üzerine saraydan ayrılmak zorunda kalan Şakir Ağa, Sultan II. Mahmud’un tahta geçmesi ile tekrar saraya döndü. Evi, Maşka’daki Vâlide Çeşmesi meydanından Ihlamur’a giden sokağın sonunda idi.

Çavuş rütbesiyle saraya giren Şakir Ağa, birkaç yıl sonra, Padişah nedîmi yani Musâhîb-i Şehriyârî oldu. Aynı zamanda II. Mahmud’un müezzinbaşısı idi. Bu yüksek göreve 1821 tarihinde getirildi. Fakat, lmam-ı Sultânî (saray başimamı) yapılmadığı için kırgın olarak istifa etti. ‘Hâcegân’ payesiyle saraydan ayrıldı.

Sultan Abdülmecid zamanında epeyce yaşlı olduğu için her zaman saraya gitmez, yalnız mübarek günlerde huzura çıkardı. Hatta bir gün huzura çıktığı vakit, Sultan Abdülmecid’in ayağa kalkar gibi harekette bulunması Şakir Ağa’yı fevkalâde mahcup ettiğinden, mahcubiyetini hünkâra bir niyazla belli eden Şakir Ağa’ya padişah, “Şakir, sana ayağa kalksam bile azdır” cevabını vermiş, sanata saygısını ve büyük sanatkâra olan muhabbetini göstermişti.

Şakir Ağa, 1821 tarihinde ’müezzinibaşı’ olduktan sonra ’Efendi’ sânıyla anıldı. Nitekim, Atâ Bey de tarihinde ondan Efendi diye söz etmişti. Fakat bestekâr olarak şöhretini “Ağa” ünvaniyle yaptığı

için daha çok Şakir Ağa diye anıldı.

Şakir Ağa büyük bir ses sanatkârı olarak tanındı. Muhteşem diye nitelenen sesini dinlemek için İstanbul halkının Kadir geceleri Ayasofya’yı hıncahınç doldurduğu, kayıtlara geçmiş ilgi çekici hadiselerdendir. Bestekârlıkta, emsali nadir gelenlerdendi. Ferahnâk makamında gösterdiği yenilikleri, aralarındaki bütün rekabete rağmen Dede Efendi bile takdir etmişti. Ferahnâk’ten, Meyl eder bu hüsnüne kim görse ey gülfem seni mısraıyla başlayan bestesiyle takım olarak bestelediği Bir dilbere dil düştü ki mahbûb-ı dilimdir mısraıyla başlayan Yürük Semâîsi en meşhur eserlerindendir.

Eserlerinden ancak 70 kadarı günümüze ulaşabilen Şakir Ağa’nın Mehmet Ali isminde bir erkek, Rüveyde ve Atiyye adlarında iki kız evlât babası olduğu bilinmektedir. Oğlu Mehmet Ali Bey’in Mahmud Celaleddin (ünlü yazar Musâhibzâde Celal), Âsaf ve Süreyyâ isimlerinde üç oğlu

oldu. Şakir Ağa, 1256 (1840) tarihinde, 63 yaşında iken vefat etti. Kabri, Eyüp Sultan Camii’nin mihrabı önünde idi. Fakat taşı mevcut değildir.

Torunu ünlü yazar Musâhibzâde Celal 1868’de doğup 20 Temmuz 1959’da vefat etti. Kabri, Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı’nda, I. Adadadır. Osmanlı toplum hayatını tamamen uydurma ve yanlış unsurlarla aşağılayan piyesler yazmıştır. Ayrıca, İstanbul Hayatı adlı bir eseri daha bulunmaktadır.

Hızır İlyas Ağa, Letâif-i Enderûn adlı eserinde, Sultan II. Mahmud’un, 1229 senesi Cemâziyelâhirinin 8. günü (28 Mayıs 1814) Bahâriye Kasrı’na gelişini ve burada yapılan musiki meclisini şu şekilde anlatmaktadır:

“Padişahın Bahâriye Köşkü’ne binişe gideceği öğrenilince ağalar çok sevindiler ve hemen belirlenen zamanda Padişahın sarığının ardından sandallara binip Bahâriye’ye vardılar. Oraya vardıklarında Padişah, yedişer çifte yağlı piyâdeler ile deniz kenarına dizilen ağaları, iltifatları ile mutluluk denizine garketti. Ondan sonra ağır ağır yürüyerek Bahâriye Kasrı’nı teşrif etti. Onun gelişi ile her taraf canlandı, tazelendi. Bundan sonra bu tür binişlerde yapılagelen oyunlara girişildi. Yemek vakti geldi.

Çavuşlar, musâhibler hafif hafif ve ağırdan çalmaya ve söylemeye başladılar. Hasodalı Şair Rasîh Efendi’nin kardeşi Çavuş adayı Tanbûrî İzzet Efendi’nin yazdığı beyti, Hazîneli Çavuş Şakir Ağa Bestenigâr’dan okudu. Tanbûrî Nûman Ağa da girişti. Sesleri Irak ve Hicâz’a kadar gitti. Sonunda Padişah çok beğendiği için güfte sahibi İzzet Efendi ile besteyi yapan Şakir Ağa’ya sonsuz ihsanlarda bulundu.”

Eyüpsultan'a Değer Katan Markalarımız